Yükleniyor...

Yazılarım

GEÇER, GEÇER... DAHA ÖNCEKİLER GİBİ..
Zor zamanlardan geçiyoruz…
Belki hiç olmayacağını sandığımız, böyle bir olasılığı içeren bir şeyler okuduğumuz veya seyrettiğimizde bıyık altından gülüp, “Yine ucuz bir distopi denemesi, bu kadarı da saçma!!!” diyeceklerimizin içinde adım adım ilerliyoruz. Sosyal medyada saniyesi saniyesine her şeyi öğrenebileceğimiz canlı yayın bir distopi hem de…Kaç kişi ölmüş, kaç kişi can çekişiyor, ilaçların hangisi faydalı, hangisi etkisiz… Herkes korkuda, herkes gergin, bütünü ilgilendiren bu zorlukta bile kutuplaşmalar, atışmalar, öfke söylemleri, saygısızlıklar, riyakarlıklar…Hayatım boyunca bu süreç için hazırlanmışım da kendimi şimdi teste sokmuşum gibi hissediyorum.  İçimde hiç olmadığı kadar bölünmüşlük, dağılmışlık…
Bir tarafım küçük ve korku dolu sesiyle bağırıyor.
“Gelecek hani hep güzellikler getirecekti, hani anda kalınca sorun yoktu, hani geleceğini sen değiştirebiliyordun…Yapa yapa bu saçma sapan süreci mi yarattın? Yarın ne olacağı belli değil,  küçücük evine kapanıp korku dolu haberlerle nefesi daralarak geçen günler mi hak ettiği herkesin? Tehlike o kadar yakınında ki sevdiğin, bildiğin kişiler bile can çekişiyor, ızdırap çekiyor. O çok yücelttiğin yaşamının minik rutinlerini bile yapamayacak haldesin. Şöyle bir nefes alayım, bir kafede oturup iki üç satır okuyayım, can dostlarımla birkaç lafın belini kırayım, ana kucağına, baba ocağına sığınayım bile diyemeyeceğin günler bunlar. Herkes birbirine maskelerin ardından potansiyel tehlike olarak bakıyor, aralarda güvenli mesafeler, değil dokunmak, karşına gelmelerine bile tahammül edemiyorsun… Her şeyi bildiğini zannedip etrafa ahkam kesmeyi biliyorsun,  bu sefer de faydan kendine dokunsun. Hadi bakalım çözüm yolunu göster bizlere sayın ukala…”
İlk günler bu sese verecek hiçbir cevap bulamadım, paralize olmuş gibiydim. Her söylediği doğruydu çünkü. Benim gibi üreterek varolmayı seçen birisinin eli işlemez, aklı çalışmaz olmuştu. Kendimi kirletilmiş, parçalanmış hissediyordum ve her zaman tutunduğum şeyler elimden alınmış, desteksiz kalmıştım.
Sonra aklıma Sezen’in bir şarkısı geldi. “Geçer geçer, daha öncekiler gibi, bu da geçer neler neler geçmedi ki…”
Evet artık toparlanmanın, kendi aldığım yaraları onarmanın ve bunu en iyi yapabileceğim şey olan yazmanın zamanı…
Bu günler de geçecek, daha öncekiler nasıl geçtiyse, bu karanlık da…
Ne oluyorsa doğru oluyordur, 
Ne oluyorsa olması gerektiği zamanda, olması gerektiği şekilde oluyordur.
Bunu olanları yaşarken anlayamasam da, tüm kalbimle biliyorum ki, olana direnmeden, niye, neden diye olanla savaşmadan teslimiyeti deneyimlemek en doğrusu.
İnsanlığın tarihinde bu dönem gibi yüzlercesi gelip geçti. Ne savaşlar, ne salgınlar, ne dönemler atlatıldı… Ve sonuçta her zaman YAŞAM kazandı.
Sorunun içinde çaresiz, ümitsiz hissetmek, çözüme değil soruna dahil olmak demektir.
 İnsanlığın bu karanlık günlerde o kadar büyük zorluklardan geçerken, bu sınavların ardından mutlaka çok büyük kazanımlar edineceğine eminim, çünkü ilahi plana güveniyorum.
Unutulmuş birlikbilinci yeniden inşa oluyor, sınırların ayırdığı insanlık bunun artık ne saçma olduğunu, dünyanın aslında kocaman bir bütün olduğunu,” -izm’lerin” içinde tek değerli olanın hümanizm olduğunu görüyoruz.
Mutluluğun, daha daha  diyerek eklemeye çalışmak yerine, elindekilerin değerini bilmek olduğunu farkediyoruz.
O çok övündüğümüz gelişmişliğin aslında ne kadar büyük bir yalnızlaşma yarattığını, bireysel kalelerimizde sevgiden uzaklaştığımızı, birbirimize dokunarak yaşamanın sevgiyi çoğalttığını deneyimliyoruz.
Sağlığımızın kıymetini, yaşarken önemsemediğimiz kurallara uymanın hayatımızı kurtardığını yeniden öğreniyoruz.
Evet bu karanlık günler de geçecek. Ne zaman diye sormayı bıraktım artık. Geçmesi en uygun zamanda ve bize katması gerekenleri ekleyerek…
Ve hep söylediğim gibi
 “Karanlıklar, ardından gelecek olan aydınlıkların habercileridir.”
Ümidimizi kaybetmeden, sabrederek…
Ve tabii ki önlemlerimizi alarak...
Sevgiyle kalın