Siz hiç başkalarının dünyalarını merak ettiniz mi?
Sarısını, morunu, alını onun gözüyle görmenin ne demek olduğunu…
Gülmenin, aşkın, öfkenin, nefretin başkasının içindeki çalkalanmalarını
Ya sevdiğine bakarken içinden geçenleri…
Bir babanın yeni doğmuş bebeğine dokunduğunda hissettiklerini,
İki aşığın birbirine baktıklarında gördüklerini…..
Hiçbirimiz ne yazık ki bu soruların cevabını bilemiyeceğiz.
Herkes kendi evreninde, kendi gerçekliğinde kendi donanımlarıyla yaşıyor bu hayatı. Aynı alanda , aynı zamanda , hatta aynı olayın karşısında bulunsak bile herkes farklı şeyler alıyor yaşamdan.
İlk başlarda bunu bilmezdim. Nasıl olur da görmez, bilmez veya anlamaz diye karşımdakilere şaşırırdım. Sanki herkes benim gözümle hayata bakmalı, benim zihnimle herşeyi değerlendirmeliydi.
Ta ki her insanın içinde ayrı bir evren olduğunu bilinceye kadar.
Dünyada milyarlarca insan varsa, bir o kadar da farklı evren var. Hepsi kendine özel, hepsinin dolabında binlerce gizli bohça saklı. Herkes kendi filmini yazıyor, yönetiyor, oynuyor, ardından göçüp gidiyor.
Gerçeklik dediğimiz bile kişiye özgü. Mutlağı yok bunun, herkese göre değişen halde.
Niye bunları söylüyorum diye düşünebilirsiniz.
Bu aralar bu dediklerimi yoğun bir şekilde yaşıyorum. Yazılarımda, kitaplarımda, davetli olduğum konuşmalarda ben ne kadar anlaşılır olmaya çalışsam da, aktardığım şeylerin karşısında her dinleyicinin, okuyucunun farklı bir çıkarımda bulunduğunu farkediyorum. Hatta bazen hiç alakası olmayan yerlere gidebildiğini de şaşkınlıkla görüyorum.
Şaşkınlık dedim ama artık çok da şaşırmadığımı itiraf edeyim. İnsan ile ilgili hiçbir şey artık beni şaşırtmıyor. Beklentisizlik ve yargısızlık alanında herşey o kadar doğal geliyor ki bazen şaşırmak bana keyif bile veriyor.
“Bir sözün ağzınızdan nasıl çıktığı değil, dinleyenin nasıl anladığı önemlidir.”
Yani siz başkasına anca karşınızdakinin izin verdiği kadarıyla ulaşabiliyorsunuz.
Sizin gerçekliğinizde yarattığınız bir şeyin karşınızdakinin gerçekliğine malolabilmesi için arada bulunan filtrelerden süzülmesi gerekli. Filtreler ne kadar izin verirse siz o kadar ulaşabilirsiniz.
Bu filtreler bazen öyle garip dinamiklere sahip olyor ki, ya dediğiniz ulaşmıyor ya da ulaştığında tüm özelliğini kaybedip, şekilsiz bir halde ortalıkta salınıyor.
Bu filtreler nedir, nasıl oluşur diyorsunuzdur.
Bugüne kadar yaşanılmışlıkların bütünü, değer yargıları, kalıplar, kurgular, inanışlar bu filtreleri inşa ediyor. Bu arada karşılaşma anındaki yorgunluk, konsantrasyon, konuya alaka ve duyu organlarımızın sağlıklı çalışıp çalışmadığı da ek faktörler.
Uzun lafın kısası siz ne yaparsanız yapın sizin dışınızdakiler sizi anlamak istedikleri veya algı filtrelerinin izin verdiği şekilde anlayacaklar.
O yüzden oturup,
“Beni kimse anlamıyor.”
“Beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum”
“Beni öldükten sonra anlayacaklar” gibi drama yüklü laflara tutunupta olayı büyütmeyin.
Siz ne anlatmak istiyorsanız elinizden gelenin en iyisini yaparak anlatın. Yapabileceğiniz tek şey bu çünkü. İşin bundan sonrası artık sizden çıkıyor. Diğerleri ne alırlarsa alırlar, nasıl anlamak isterlerse öyle anlarlar.
Yeter ki yaptığınızın, söylediğinizin, oluşunuzun arkasında sevgiyle ve yargısızca durabilecek gücünüz olsun.
Sevgilerimle
Erkan Sarıyıldız
Sarısını, morunu, alını onun gözüyle görmenin ne demek olduğunu…
Gülmenin, aşkın, öfkenin, nefretin başkasının içindeki çalkalanmalarını
Ya sevdiğine bakarken içinden geçenleri…
Bir babanın yeni doğmuş bebeğine dokunduğunda hissettiklerini,
İki aşığın birbirine baktıklarında gördüklerini…..
Hiçbirimiz ne yazık ki bu soruların cevabını bilemiyeceğiz.
Herkes kendi evreninde, kendi gerçekliğinde kendi donanımlarıyla yaşıyor bu hayatı. Aynı alanda , aynı zamanda , hatta aynı olayın karşısında bulunsak bile herkes farklı şeyler alıyor yaşamdan.
İlk başlarda bunu bilmezdim. Nasıl olur da görmez, bilmez veya anlamaz diye karşımdakilere şaşırırdım. Sanki herkes benim gözümle hayata bakmalı, benim zihnimle herşeyi değerlendirmeliydi.
Ta ki her insanın içinde ayrı bir evren olduğunu bilinceye kadar.
Dünyada milyarlarca insan varsa, bir o kadar da farklı evren var. Hepsi kendine özel, hepsinin dolabında binlerce gizli bohça saklı. Herkes kendi filmini yazıyor, yönetiyor, oynuyor, ardından göçüp gidiyor.
Gerçeklik dediğimiz bile kişiye özgü. Mutlağı yok bunun, herkese göre değişen halde.
Niye bunları söylüyorum diye düşünebilirsiniz.
Bu aralar bu dediklerimi yoğun bir şekilde yaşıyorum. Yazılarımda, kitaplarımda, davetli olduğum konuşmalarda ben ne kadar anlaşılır olmaya çalışsam da, aktardığım şeylerin karşısında her dinleyicinin, okuyucunun farklı bir çıkarımda bulunduğunu farkediyorum. Hatta bazen hiç alakası olmayan yerlere gidebildiğini de şaşkınlıkla görüyorum.
Şaşkınlık dedim ama artık çok da şaşırmadığımı itiraf edeyim. İnsan ile ilgili hiçbir şey artık beni şaşırtmıyor. Beklentisizlik ve yargısızlık alanında herşey o kadar doğal geliyor ki bazen şaşırmak bana keyif bile veriyor.
“Bir sözün ağzınızdan nasıl çıktığı değil, dinleyenin nasıl anladığı önemlidir.”
Yani siz başkasına anca karşınızdakinin izin verdiği kadarıyla ulaşabiliyorsunuz.
Sizin gerçekliğinizde yarattığınız bir şeyin karşınızdakinin gerçekliğine malolabilmesi için arada bulunan filtrelerden süzülmesi gerekli. Filtreler ne kadar izin verirse siz o kadar ulaşabilirsiniz.
Bu filtreler bazen öyle garip dinamiklere sahip olyor ki, ya dediğiniz ulaşmıyor ya da ulaştığında tüm özelliğini kaybedip, şekilsiz bir halde ortalıkta salınıyor.
Bu filtreler nedir, nasıl oluşur diyorsunuzdur.
Bugüne kadar yaşanılmışlıkların bütünü, değer yargıları, kalıplar, kurgular, inanışlar bu filtreleri inşa ediyor. Bu arada karşılaşma anındaki yorgunluk, konsantrasyon, konuya alaka ve duyu organlarımızın sağlıklı çalışıp çalışmadığı da ek faktörler.
Uzun lafın kısası siz ne yaparsanız yapın sizin dışınızdakiler sizi anlamak istedikleri veya algı filtrelerinin izin verdiği şekilde anlayacaklar.
O yüzden oturup,
“Beni kimse anlamıyor.”
“Beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum”
“Beni öldükten sonra anlayacaklar” gibi drama yüklü laflara tutunupta olayı büyütmeyin.
Siz ne anlatmak istiyorsanız elinizden gelenin en iyisini yaparak anlatın. Yapabileceğiniz tek şey bu çünkü. İşin bundan sonrası artık sizden çıkıyor. Diğerleri ne alırlarsa alırlar, nasıl anlamak isterlerse öyle anlarlar.
Yeter ki yaptığınızın, söylediğinizin, oluşunuzun arkasında sevgiyle ve yargısızca durabilecek gücünüz olsun.
Sevgilerimle
Erkan Sarıyıldız