İnsanı tanımak üzerine yaptığım yolculuğumda önce kendimin dehlizlerinde gezinmem gerektiğini anladığımdan beri macerayı kitaplarda filmlerde aramama gerek olmadığını gördüm. İlk başta bu laf dizisi size itici bir kişisel gelişim yazısının kapısından giriyormuş gibi hissettirebilir ama sizden ricam biraz sabretmeniz.
Her gün yeni bir oyun, her gün yeni bir gizem, kendi kendini kandırma çalışmaları, olmaz değişemem sabotajları arasında ilerlerken bir özelliğimizin daha farkına vardım. İnsanoğlu çok iyi br senarist. Hem de yarattığı senaryolar ve kurgulamalar “En iyi Kurgu Dalında Oscar” kazandıracak kadar başarılı..
Şimdi bunları itiraf ediyorum diye bıyık altından gülüp “Vah zavallı, kimbilir ne yalanlar örmüştür etrafına “ diye bana iddialı laflar etmeye kalkışmayın. İnanın ben ne kadar öyle isem, siz benden daha da öylesiniz.
Hala “Kendini rahatlatmak için yanına suç ortağı arıyor” diyorsanız da, siz kaşındınız, şimdi size sizi göstermeye başlıyorum.
Bizler öyle ilginç, öyle ilginciz ki bazen kendimiz yaratıp, kendimiz kandırıp, kendimiz acı çekebiliyoruz. Çoğu zaman da bu yaratım işini içimizde oluşturduğumuz acıdan beslenen taraflarımız yapıyor ve bizim yerimize piyasaya sürüyor. Altına da kendi imzamızı atıp gururla sunuyoruz.
Biraz karışık geldi değil mi?
“Kim acıdan beslenmek ister ki?”
“Benim içimde benim oluşturduğum başka bir varlık varmış gibi konuşuyorsun?”
Sorularınız kulağıma geliyor.
Haklısınız bugüne kadar tek olduğunuzu zannettiğiniz içinizde onlarca farklı karakter taşıdığınız bilgisi ilk başta çok garip gelse de bir tarafınız bu dediklerimi anlıyor eminim.
Bizler gerçekten olmamış bir şeyi, oluyormuşçasına gerçek bir kurguyla yaratıp , sonra da olmuşundan daha büyük acılar içine girmeyi çok seviyoruz.
Ve bu yaratımı sürekli yapıyoruz.
İnsanları, olayları kendi içimizde oluşturduğumuz sanal gerçeklikler içinde rollere koyup onların haberi olmadan yapmış veya olmuş olabileceğini düşündüğümüz şeyler için yargılayıp, hatta cezasını da kesip , kendimizi acılara gark ediyoruz.
Biliyorum, lafla söyleyince bu kadar komplike bir şeyi ben yapmış olamam diyorsunuz ama örnek verirsem biraz daha ayağı yere basacaktır.
Yeni çıkmaya başlamışsınız, çok keyiflisiniz, her an sesini duymak ve yüreğinizde uçan kelebeklerin yere inmemesini sağlamak üzere onu hissetmek istiyorsunuz. Hani şu “Önce sen teefonu kapat , yok yok sen kapat” dönemlerinden bahsediyorum. Tam her şey yolunda giderken bir gün sabah uyanıyorsunuz telefonunuza sarılıyorsunuz, soğuk bir cevap geliyor, gün boyu ne mesaj ne de bir zil sesi. Hemen senarist işe başlıyor:
“Kesin bana olan aşkı bitti, şimdi o şirkette yanında çalışan kız ile geziyordur. Zaten o kızı gözüm tutmamıştı. Akşam telefonu kapatırken zaten sesi çok içten değildi…….” Ve uzayan zihin yaratımlarıyla koskocaman berbat bir gün geçirirsiniz. Biraz tanıdık geldi değil mi?
Bir başkasını da mesleğimden seçeyim:
“Uzun zamandır tahlil yaptırmamışsınızdır ve doktora zar zor randevu alıp gelirsiniz. Kanınızı verip sonuçları alırsınız. İçinizdeki merak ile gece geç saatlerde mail yolu ile sonuçlara ulaşırsınız ve dünyanız kararır. Çünkü tahl sonucunda lökosit sayısı denilen alanda yüksek işareti vardır. Açarsınız Doktor Google’ı ve araştırısınız. Ortaya kan kanseri , lenfoma ve daha adını bilmediğniz onlarca hastalık ismiyle karşılaşırsınız. Sonra da sabaha kadar, senelerdir biriktirdiğiniz DVDleri kime miras bırakmalıyım diye yas tutarsınız.
Gerçekte sevgiliniz o gün işyerinde çok önemli bir projede yer aldığı için bütün gün toplantıda zaman geçirmiş ve fırsatı olmamıştır; lökositiniz dişinizde oluşmakta olan bir iltihap yüzünden yükselmiştir.
Okuyunca komik geliyor değil mi?
Ama inanın bunu her gün, her an yapıyoruz.
Yani kendimize olmamış şeyler için acı çektiriyoruz.
Yani gerçeği araştırma zahmetine girmeden sadece kurgulamayı seçiyoruz.
Yani geçirdiğimiz anların muhteşemliğini kaçırıyoruz.
Eğer zihniniz bu kısır döngüye girme alışkanlığında ise daha çok acı dolu günler sizi bekliyor demektir.
“O bana niye böyle baktı, kesin ………………….”
“Beni aramıyor, kesin…………………………”
“Eskisi gibi davranmıyor,………………………” gibi cümlelerinizin sonundaki noktalı alanları konu olan kişi ile dürüstçe konuşmadan doldurmayın.
Hatta hiç bir zaman doldurmayın.
“Hayatta hiç bir şeyi kişisel algılamamalıyız” diyeceğim fakat bu konu da başka bir yazı olacak kadar önemli bir konu.
Şunu unutmayın ne oluyorsa doğru oluyordur, ne oluyorsa iyi oluyordur.
Gerisi senaryo ve kurgularımızdan öteye geçmez.
Sevgiyle kalın
Erkan Sarıyıldız
Her gün yeni bir oyun, her gün yeni bir gizem, kendi kendini kandırma çalışmaları, olmaz değişemem sabotajları arasında ilerlerken bir özelliğimizin daha farkına vardım. İnsanoğlu çok iyi br senarist. Hem de yarattığı senaryolar ve kurgulamalar “En iyi Kurgu Dalında Oscar” kazandıracak kadar başarılı..
Şimdi bunları itiraf ediyorum diye bıyık altından gülüp “Vah zavallı, kimbilir ne yalanlar örmüştür etrafına “ diye bana iddialı laflar etmeye kalkışmayın. İnanın ben ne kadar öyle isem, siz benden daha da öylesiniz.
Hala “Kendini rahatlatmak için yanına suç ortağı arıyor” diyorsanız da, siz kaşındınız, şimdi size sizi göstermeye başlıyorum.
Bizler öyle ilginç, öyle ilginciz ki bazen kendimiz yaratıp, kendimiz kandırıp, kendimiz acı çekebiliyoruz. Çoğu zaman da bu yaratım işini içimizde oluşturduğumuz acıdan beslenen taraflarımız yapıyor ve bizim yerimize piyasaya sürüyor. Altına da kendi imzamızı atıp gururla sunuyoruz.
Biraz karışık geldi değil mi?
“Kim acıdan beslenmek ister ki?”
“Benim içimde benim oluşturduğum başka bir varlık varmış gibi konuşuyorsun?”
Sorularınız kulağıma geliyor.
Haklısınız bugüne kadar tek olduğunuzu zannettiğiniz içinizde onlarca farklı karakter taşıdığınız bilgisi ilk başta çok garip gelse de bir tarafınız bu dediklerimi anlıyor eminim.
Bizler gerçekten olmamış bir şeyi, oluyormuşçasına gerçek bir kurguyla yaratıp , sonra da olmuşundan daha büyük acılar içine girmeyi çok seviyoruz.
Ve bu yaratımı sürekli yapıyoruz.
İnsanları, olayları kendi içimizde oluşturduğumuz sanal gerçeklikler içinde rollere koyup onların haberi olmadan yapmış veya olmuş olabileceğini düşündüğümüz şeyler için yargılayıp, hatta cezasını da kesip , kendimizi acılara gark ediyoruz.
Biliyorum, lafla söyleyince bu kadar komplike bir şeyi ben yapmış olamam diyorsunuz ama örnek verirsem biraz daha ayağı yere basacaktır.
Yeni çıkmaya başlamışsınız, çok keyiflisiniz, her an sesini duymak ve yüreğinizde uçan kelebeklerin yere inmemesini sağlamak üzere onu hissetmek istiyorsunuz. Hani şu “Önce sen teefonu kapat , yok yok sen kapat” dönemlerinden bahsediyorum. Tam her şey yolunda giderken bir gün sabah uyanıyorsunuz telefonunuza sarılıyorsunuz, soğuk bir cevap geliyor, gün boyu ne mesaj ne de bir zil sesi. Hemen senarist işe başlıyor:
“Kesin bana olan aşkı bitti, şimdi o şirkette yanında çalışan kız ile geziyordur. Zaten o kızı gözüm tutmamıştı. Akşam telefonu kapatırken zaten sesi çok içten değildi…….” Ve uzayan zihin yaratımlarıyla koskocaman berbat bir gün geçirirsiniz. Biraz tanıdık geldi değil mi?
Bir başkasını da mesleğimden seçeyim:
“Uzun zamandır tahlil yaptırmamışsınızdır ve doktora zar zor randevu alıp gelirsiniz. Kanınızı verip sonuçları alırsınız. İçinizdeki merak ile gece geç saatlerde mail yolu ile sonuçlara ulaşırsınız ve dünyanız kararır. Çünkü tahl sonucunda lökosit sayısı denilen alanda yüksek işareti vardır. Açarsınız Doktor Google’ı ve araştırısınız. Ortaya kan kanseri , lenfoma ve daha adını bilmediğniz onlarca hastalık ismiyle karşılaşırsınız. Sonra da sabaha kadar, senelerdir biriktirdiğiniz DVDleri kime miras bırakmalıyım diye yas tutarsınız.
Gerçekte sevgiliniz o gün işyerinde çok önemli bir projede yer aldığı için bütün gün toplantıda zaman geçirmiş ve fırsatı olmamıştır; lökositiniz dişinizde oluşmakta olan bir iltihap yüzünden yükselmiştir.
Okuyunca komik geliyor değil mi?
Ama inanın bunu her gün, her an yapıyoruz.
Yani kendimize olmamış şeyler için acı çektiriyoruz.
Yani gerçeği araştırma zahmetine girmeden sadece kurgulamayı seçiyoruz.
Yani geçirdiğimiz anların muhteşemliğini kaçırıyoruz.
Eğer zihniniz bu kısır döngüye girme alışkanlığında ise daha çok acı dolu günler sizi bekliyor demektir.
“O bana niye böyle baktı, kesin ………………….”
“Beni aramıyor, kesin…………………………”
“Eskisi gibi davranmıyor,………………………” gibi cümlelerinizin sonundaki noktalı alanları konu olan kişi ile dürüstçe konuşmadan doldurmayın.
Hatta hiç bir zaman doldurmayın.
“Hayatta hiç bir şeyi kişisel algılamamalıyız” diyeceğim fakat bu konu da başka bir yazı olacak kadar önemli bir konu.
Şunu unutmayın ne oluyorsa doğru oluyordur, ne oluyorsa iyi oluyordur.
Gerisi senaryo ve kurgularımızdan öteye geçmez.
Sevgiyle kalın
Erkan Sarıyıldız