Eskiden yazılarımda noktalar olurdu, virgüller, ünlemler, soru işaretleri.
Hayatı yazılara aktarırken keskin bitişler, bölmeler, net ifadeler kullanmak doğal gelirdi.
İnsanları kendi gerçekliğimin filtrelerine göre değerlendirir, asıp keser, bir formata sokmaya çalışırdım.
Herkesin kırmızısı benim kırmızımdan olmalı, kurallar, sevgiler, değerler bana göre belirlenmeliydi.
Yani bildiğiniz gibi değil, kural koyucusu olduğum, kesinlikler arasında yalpalamadan yürünmesi gereken upuzun bir yolculuktu hayatım.
Ama sonra ne oldu bilmiyorum cümlelerim artık kesin sonlara isyan etmeye başladı, sözlerim bitmemeyi diliyor. Cümle bitse de sanki an gelip yeni bir kelime daha katılmayı bekler gibi. Olasılıklar sonsuz geliyor artık, her şey her an değişmeye dönüşmeye açık.
Artık her cümlemin sonuna üç nokta ekleniyor, önü açık ve sınırsız…
İmla kuralları bile kifayetsiz kaldı, elim istemeden koyuyor tık tık tık…
Kendim dediğim tüm resim silindi, her an her şey değişebilir, katılabilir, eksilebilir…
Senelere isyan belki de, tutsaklığa, öngörülebilir olmanın getirdiği dar sınırlara…
Sınırsızlık istiyor benliğim, belirsizlik, kuralsızlık…
Ne çok haksızlık etmişim kendime, dönebilsem diyorum çocukluğuma ve bu oluşumla yeniden yorumlasam her şeyleri…
Bir şeyler olmak için koşarken görmediğim, olma telaşımdan kaçırdığım gökkuşaklarının altından geçebilsem, unuttuğum çelik çomaklarımın, bilyalarımın arasında tekrar çocuk olsam…
Zaman denilen bu deli çarkı durdurup geriye sarsam ve hikayeme koyduğum tüm noktaları, virgülleri silip hepsinin yerine tık tık tık…
Noktaların arasında sıkışmadan üç nokta olamazsın diyorlar yaşlı bilge kişiler…
Şu halin o anların meyvesi, yaşadığın her şey olması gerektiği gibiydi ve seni sen yaptı diyorlar…
Biliyorum, anlıyorum geçmiş geçmişte kaldı, ama bundan sonrası tamamen bana ait.
Artık noktalara isyan ediyorum ve her anın içerdiği sonsuz olasılıkları görerek yaşamayı seçiyorum…
Üç sene sonrasını, beş sene sonrasını düşünmeden, şimdilere odaklı ve özgür…
Noktalar bitti artık, bundan sonra tık tık tık…
Hayatı yazılara aktarırken keskin bitişler, bölmeler, net ifadeler kullanmak doğal gelirdi.
İnsanları kendi gerçekliğimin filtrelerine göre değerlendirir, asıp keser, bir formata sokmaya çalışırdım.
Herkesin kırmızısı benim kırmızımdan olmalı, kurallar, sevgiler, değerler bana göre belirlenmeliydi.
Yani bildiğiniz gibi değil, kural koyucusu olduğum, kesinlikler arasında yalpalamadan yürünmesi gereken upuzun bir yolculuktu hayatım.
Ama sonra ne oldu bilmiyorum cümlelerim artık kesin sonlara isyan etmeye başladı, sözlerim bitmemeyi diliyor. Cümle bitse de sanki an gelip yeni bir kelime daha katılmayı bekler gibi. Olasılıklar sonsuz geliyor artık, her şey her an değişmeye dönüşmeye açık.
Artık her cümlemin sonuna üç nokta ekleniyor, önü açık ve sınırsız…
İmla kuralları bile kifayetsiz kaldı, elim istemeden koyuyor tık tık tık…
Kendim dediğim tüm resim silindi, her an her şey değişebilir, katılabilir, eksilebilir…
Senelere isyan belki de, tutsaklığa, öngörülebilir olmanın getirdiği dar sınırlara…
Sınırsızlık istiyor benliğim, belirsizlik, kuralsızlık…
Ne çok haksızlık etmişim kendime, dönebilsem diyorum çocukluğuma ve bu oluşumla yeniden yorumlasam her şeyleri…
Bir şeyler olmak için koşarken görmediğim, olma telaşımdan kaçırdığım gökkuşaklarının altından geçebilsem, unuttuğum çelik çomaklarımın, bilyalarımın arasında tekrar çocuk olsam…
Zaman denilen bu deli çarkı durdurup geriye sarsam ve hikayeme koyduğum tüm noktaları, virgülleri silip hepsinin yerine tık tık tık…
Noktaların arasında sıkışmadan üç nokta olamazsın diyorlar yaşlı bilge kişiler…
Şu halin o anların meyvesi, yaşadığın her şey olması gerektiği gibiydi ve seni sen yaptı diyorlar…
Biliyorum, anlıyorum geçmiş geçmişte kaldı, ama bundan sonrası tamamen bana ait.
Artık noktalara isyan ediyorum ve her anın içerdiği sonsuz olasılıkları görerek yaşamayı seçiyorum…
Üç sene sonrasını, beş sene sonrasını düşünmeden, şimdilere odaklı ve özgür…
Noktalar bitti artık, bundan sonra tık tık tık…